28 Haziran 2008 Cumartesi

e bi bakın....


HEY haydi ama mesajlarınızı bekliyorum...

YÜREĞİNDE BÜYÜMEK

Okulda birinci sınıf öğrencileri,bir aile fotoğrafı üzerinde tartışıyorlardı.Fotoğraftaki küçük çoçuğun saç rengi ailenin öteki bireylerinin saç renginden değişikti....Öğrencilerden biri o küçük erkek çocuğunun belki de evlat edinilmiş olabileceğini söyledi.Onun bu sözünü duyan Jocelynn Jay adında küçük bir kız öğrenci,birden sesini yükseltti:
-Ben evlat edinme konusunda herşeyi bilirim,çünkü bende evlatlığım!...Sınıftaki bir başka öğrenci sordu:
-Madem biliyorsun bize de anlatsana...Evlat edinilmek ne demektir..?Jocelyn,kendinden emin bir biçimde bilgisini özetledi:
-Annenin karnından değil,yüreğinde büyümüşsün demektir.

26 Haziran 2008 Perşembe

HURİYE


ARKADAŞLAR ARTIK BİRLİKTEYİZ BLOGUMUN BENCE HERŞEYİ TAMAMLANDI.FİKİR VE GÖRÜŞLERİNİZİ MESAJ KUTUSUNDA BEKLİYORUMM :)

İLGİNÇ ARAŞTIRMA :-)

OKUDUĞUMUZ METİNLERDEKİ HARFLERİN YERLERİ KARIŞIK OLSA BİLE İNSAN ZİHNİ YAZILANI DOĞRU ALGILAYABİLİYOR.

Bir ignliiz üvnsertsinede ypalın arşaıtramya gröe,kleimlern hfalreiinn hnangi srıdaa yzalıdkılraı ömneli dgliimş.Öenlmi oalın brinci ve snonucnu hrfliren srısal krıaşk oslada ouknyuorumş.Çnükü kleimleri hraf hraf dğeil bri btüün oalark oykuorumuşz.

BAKIN NASIL DA DÜZGÜN OKUDUNUZ,İLGİNÇ DEĞİL Mİ?

''matematikçilerden sözler''


''Bir bilinmeyenli denkleme kadar yolum var“İnsanoğlunun değeri bir kesirle ifade edilecek olursa; Payı gerçek kişiliğini gösterir, paydası da kendisini ne zannettiğini… Payda büyüdükçe kesrin değeri küçülür.”Tosltoy

“Başka herşey de olduğu gibi matemetiksel bir teori için de öyledir; güzellik algılanabilir fakat açıklanamaz.”Cayley, Arthur

“Gerçeği aramak onu elde etmekten daha kıymetlidir.”Einstein, Albert (1879-1955)

“Hayat sadece iki şey için güzel; matematiği keşfetme ve öğretme”Simeon Poisson
Sık sık “matematik, teoremleri ispatlamaktan ibarettir” sözünü işitiriz. Bir yazarın temel işi cümle yazmak değil midir?Rota, Gian-carlo

“Aptalların sorup akılı insanların cevap veremediği pek çok soru vardır.”Polya, George (1887, 1985)

“Mekanik, matematiksel ilimlerin cennetidir, çünkü kişi onunla matematiğinmeyvelerine ulaşır.”Whitehead, Alfred North (1861 - 1947)

“Akıllarımız sınırlı, fakat bu sınırlılığın şartları içersinde sonsuz olasılıklarla çevrilmişiz. İşte hayatın gayesi bu sonsuzluktan kavrayabildiğimiz kadar çok şey kavramak.”Whitehead, Alfred North (1861 - 1947)

“Sen de biliyorsun ki biz hepimiz aynı sebepten dolayı matematikçi olduk; tembeliz.”Rosenlicht, Max (1949)

25 Haziran 2008 Çarşamba

''ilginç bilgiler''


Yeni Zelanda’da yaşayan Kea adında bir cins papağan araba pencerlerinin etrafındaki kauçuk şeritleri yer!

Dünyadaki beyaz karıncaların toplam ağırlığı insanlarin 10 katıdır.

Kedilerin her bir kulağında 32 adele vardır.

Zürafalar 35 cm. uzunlukta siyah bir dile sahiptirler.

Baykuş, mavi rengi görebilen tek kuştur.

Develerin üç tane kaşı vardır.

Istakozların kanı mavi renktedir.

Fil yavrusu, hortumuyla annesinin kuyruğuna tutunarak dolaşır.

Sürü içindeki dişiler doğumlarını birbirlerine göre ayarlayıp sırayla doğum yapıyorlar.

Keseli farenin yavruları annelerinin sırtına ısırarak tutunur.

Yılanlar duyamaz.

Kediler şeker tadını ayırt edemez.

Kangurular, geriye doğru yürüyemez.

Atlar, bir ay ayakta kalabilirler.

Deniz kobrası, dünyanın en zehirli yılanıdır.

Yetişkin bir ayı, bir at kadar hızlı koşabilir.

Bir sineğin, saatteki hızı 8 km’dir.

Sümüklüböceklerin dört tane burnu vardır.

İnek sütünün pH değeri 6’dir.

SOL YANIM ACIYOR ANNE

Merhaba anne, 
Yine ben geldim.
Merak etme okuldan çıktım da geldim.
Anneler de babalar gibi merak eder mi bilmiyorum ama
Ali, "Okula gitmezsem annem çok kızar, merak eder."
Demişti de onun için söylüyorum.
Geçen hafta öğretmen, sağ elimde sarımsak, sol elimde
Soğan dedirte dedirte öğretti sağımı solumu.
Ben biliyorum artık anne, sağım neresi, solum neresi,
Ağrıyan yanımın neresi olduğunu.
Şimdi iyi biliyorum anne.
Hani geçen geldiğimde:
Şuram acıyor işte, şuram demiştim de
Bir türlü söyleyememiştim ya acıyan yanımı anne,
Bak şimdi söylüyorum. Şuram işte,
Sol yanım çok acıyor anne.
Hem de her gün acıyor anne, her gün..



Dün sabah annesi Ayşe'nin saçlarını örmüştü.
Elinden tutup okula getirdi.
Yakası da danteldi.
Zil çalınca öptü, hadi yavrum sınıfa dedi.
Ben de ağladım,
Ağladım, hiç de utanmadım.
Öğretmen ne oldu dedi?
Düştüm, dizim çok acıyor dedim.
Yalan söyledim anne.
Dizim acımıyordu ama sol yanım çok acıyordu anne.



Bugün ben de saçım örülsün istedim.
Babam ördü ama onunki gibi olmadı.
Dantel yaka istedim.
Babam; "Ben bilmem ki kızım." dedi.
Bari okula sen götür dedim.
"Kızım, iş.." dedi.
Ben de bana ne dedim, ağladım.
"Kızım, ekmek" dedi babam.
Sustum ama okula giderken yine ağladım anne.
Ha, bi de sol yanım yine çok acıdı anne.



Herkesin çorapları bembeyaz,
Benimkiler gri gibi.
Zeynep, "Annem, beyazlara renkli çamaşır
Katmadan yıkıyormuş" dedi.
Babam hepsini birlikte yıkıyor.
Babam çamaşır yıkamasını bilmiyor mu anne?
Uffff, babam, her gün domates
Peynir koyuyor beslenmeme.
Üzülmesin diye söylemiyorum ama
Arkadaşlarım her gün kurabiye,
Börek, pasta getiriyor.
Biliyorum babam pasta yapmasını
Bilmez anne.



Hava kararıyor, ben gideyim anne.
Babam bilmiyor kaçıp kaçıp sana geldiğimi.
Duyarsa kızmaz ama çok üzülür biliyorum.
Kim bozuyor toprağını,
Çiçeklerini kim koparıyor?
İzin verme anne,
Ne olur toprağına el sürdürme!
Eve gidince aklıma geliyor bi de
Bunun için ağlıyorum anne.
Bak, kavanoz yanımda,
Toprağından bir avuç daha alayım.
Biliyor musun anne?
Her gelişimde aldığım topraklarını
Şu kavanozda biriktirdim.
Üzerine de resmini yapıştırıp
Başucuma koydum.



Her sabah onu öpüyor kokluyorum.
Kimseye söyleme ama anne,
Bazen de konuşuyorum onunla.
Ne yapayım seni çok özlüyorum
Anne.
Ha unutmadan,
Öğretmen yarın anneyi anlatan
Bir yazı yazacaksınız dedi.
Ben babama yazdıracağım.
Öğretmen anlarsa çok kızar ama
Bana ne kızarsa kızsın.
Ben seni hiç görmedim ki neyi,
Nasıl anlatacağım anne.



Senin adın geçince sol yanım
Acıyor anne.
Hiç bir şey yutamıyorum.
Bazen de dayanamayıp ağlıyorum.
Kağıda da böyle yazamam ya anne.
Ben gidiyorum anne,
Toprağını öpeyim, sen de rüyama gel beni öp.
Mutlaka gel anne,
Sen rüyama gelmeyince,
Sol yanımın acısıyla uyanıyorum anne.
Sol yanım acıyor anne.
İşte tam şurası,
Sol yanım çok acıyor anne.
Seni çok özledim anne, çooook...


AYLA AYDEMİR

KIYMETLİ TUZ

Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde... Pire berber iken, deve tellal iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken.

Tıngır elek, tıngır felek demişler, bu masalı şöyle anlatmışlar.

Bir varmış, bir yokmuş, evvel zamanda bir padişah ile bunun üç kızı varmış. Bir gün bu padişah kızlarını başına toplamış, beni ne kadar seversiniz? Demiş. En büyük kız dünyalar kadar, ortanca kızı kucak kadar, küçük kızı da tuz kadar severim demiş.

Padişah küçük kızın cevabına çok sinirlenmiş, insan tuz kadar sevilir mi demiş, ardından küçük kızını cellada teslim etmiş. Cellat, kızı kesmek için dağa götürmüş. Kız cellada yalvarmış, sen de babasın, bana kıyma demiş.

Cellat, kızın yalvarmalarına dayanamamış, onun yerine bir hayvan kesmiş, kızın gömleğini kesilen hayvanın kanına bulayıp padişaha getirmiş.

Küçük kız yollara düşmüş. Az gitmiş, uz gitmiş, bir köye ulaşmış. Orada köyün zenginlerinden birine kul köle olmuş, büyümüş, çok güzel bir kız olmuş. Güzelliği ilden ile, dilden dile yayılmış, kısmet bu ya bir başka padişahın oğluyla evlenmiş.

Aradan bir hayli zaman geçmiş, başından geçenleri kocasına anlatmış, babamları yemeğe çağıralım demiş. Kocası da olur demiş. Gereken hazırlıklar yapılmış, padişah babası ziyafete çağrılmış.

Kızın padişah babası söylenen günde avanesiyle birlikte ziyafete gelmiş. Padişah ve beraberindekiler sofraya oturduğunda yemekler sırayla gelmeye başlamış. Ama kız, aşçısına bütün yemeklerin tuzsuz olmasını tembih etmiş. Padişah hangi yemeğe saldırdıysa eli geri gitmiş, yemeklerin hiçbirini yiyememiş.

O sırada küçük kızı padişahın sofrasından ayağa fırlamış. Padişahım, duyduğuma göre sen küçük kızını seni tuz kadar seviyormuş dediği için öldürtmüşsün demiş. Padişahın söz söylemesine fırsat vermeden işte o küçük kız benim demiş ve bütün yemekleri tuzsuz yaptırdım ki kıymetimi anlayasın sözlerini eklemiş.

Padişah yaptığından utanarak küçük kızının boynuna sarılmış, tuzun ne kadar kıymetli olduğunu anlamış. Ondan sonra yeni bir dönem başlamış. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine.


:)

GÖKYÜZÜ

Kol kanat germişsin üstümüze
Dünyanın atlas örtüsü
Evrenin pırıl pırıl aydınlığında
Yıldızları kucaklayan gökyüzü

Kim bilir ne kadar güzel yücelerden
Seyretmek insanların koşuşmasını
Avuç avuç yıldızlar takınıp
Rüzgârın dağ tepe dolaşmasını.

Ne zaman masmavisin lekesiz bulutsuz
Küçücük serçeler uçuşur durur
Çaylaktan atmacadan korkusuz
Sen kararınca işler hep altüst

Gümüş gümüş ışıklarla yüz gülen
İçimize huzur veren mavi mavi
Daima gülümse üstümüzde
Sakın kararma e mi!

Sabih ŞENDİL

TERTEMİZ ŞEYLERDEN SÖZEDEYİM

Tertemiz şeylerden sözedeyim
İlk sevdalarımdan, ilk dostlarımdan.
Ne toprağın kokulu çiçekleri
Ne yıldızlar
Ne vahşi gönüllü, vahşi ruhlu insanlar ;
Hiç, hiç bir şey kalmıyor ebedi olarak,
Her şey kuruyor sabah çiğleri gibi.
Ama bir şeyler kalıyor ki çok kıymetli.
İşte bu kalıntıların parıltısı
Bir emanet sanki sonsuzluğa.
Çimenler üstünde oturmak
Dostlarla bir şeyler okumak
Dolaşmak yıldızların altında
Gelecekten konuşmak...
Rüyalar boyunca fakir çocuklar
Zengin görünüyor insana
Bir kız sevmiştim bir zamanlar
Sessiz - sedasız
Ne dilerse yapacaktım benden
On dördünde ay gibi tamdı sevdamız
Ama şimdi zamanın külleriyle örtülüdür
Gönlüm baştan başa.
Uzun uzadıya yeretti bunlar hafızamda
Koca bir ömür boyu
Mezarlarında kaldı sevdalarım
Artık genç de değilim ki
Zaman gelip geçiyor yanımdan.
Hala gençlik var ya dünyada
Ve her yerde açılıyor ya genç gönüller
Gelin ey genç dostlarım
Vahşi diyarlara göç edelim
Ve masmavi göğün altında
Temiz, tertemiz şeylerden sözedelim
Huzur ve rahatlık bunda.

Ho Chih-Fang

MECNUN GİBİ DOLANIYORUM ÇÖLLERDE

Mecnun gibi dolanıyorum çöllerde
Hayal beni yeldiriyor yel gibi
Ah çeker ağlarım gurbet ellerde
Durmaz akar gözüm yaşı sel gibi

Bir güzelin mecnunuyum ezelden
Veremem telkini gelmiyor elden
Yandım ateşine can ı gönülden
Görmesem günlerim uzar yıl gibi

Hesapsız haftalar yıllar geçiyor
Evvel benim idi şimdi kaçıyor
Varıp düşmanlara derdin açıyor
Beni görüp saklanıyor el gibi

Zincirsiz kösteksiz bağladı beni
Tatlı diliyle eğledi beni
Yurdumdan yuvamdan eyledi beni
Yarsız dünya malı bana pul gibi

Aşkın beni deryalara daldırdı
Bazı ağlatır da bazı güldürür
İster azat eyler ister öldürür
Sefil Veysel kapısında kul gibi

AŞIK VEYSEL SATIROĞLU

DOSTLAR BENİ HATIRLASIN

Ben giderim adım kalır
Dostlar beni hatırlasın.
Düğün olur bayram gelir,
Dostlar beni hatırlasın.

Can kafeste durmaz uçar
Dünya bir han, konan göçer
Ay dolanır, yıllar geçer
Dostlar beni hatırlasın.

Can bedenden ayrılacak
Tütmez baca, yanmaz ocak
Selam olsun kucak kucak
Dostlar beni hatırlasın.

Gün ikindi akşam olur
Gör ki başa neler gelir
Veysel gider adı kalır
Dostlar beni hatırlasın.

AŞIK VEYSEL SATIROĞLU

23 Haziran 2008 Pazartesi

sigara içmenin sonu

ADI = Tütün

SOYADI = Sigara

ANA ADI = Yaprak

BABA ADI = Kök

DOĞUM YERİ = Toprak

CİNSİYETİ = Nikotin

GÖREVİ = Kanser

ADRESİ = İnsan

DURAĞI = Dudak

SOKAĞI = Gırtlak

CADDESİ = Bağırsak

MAHALLESİ = Akciğer

ŞEHİR = Ölüm

EŞİ = Azrail

SONU = Mezar

İşte insanların büyük bir keyifle içtikleri sigara !!!


Sigaranın içerisindeki zehirli maddeler

Bunlar kanserojen maddelerdir ve en tehlikelileri arsenik, benzin, kadmiyum, hidrojen siyanid, toluen, amonyak ve propilen glikoldur. Örneğin; siyanid kesinlikle öldürücü bir zehirdir. Genel olarak bilinen maddelerden birkaçı;

  • Radon (radyosyon),
  • Metanol (füzeyakıtı),
  • Toluen (tiner),
  • Kadmiyum (akü metali),
  • Bütan (tüpgaz),
  • DDT (böcek öldürücü),
  • Hidrojen Siyanür (gaz odaları zehiri),
  • Aseton (oje sökücü),
  • Naftalin (güve kovucu),
  • Arsenik (fare zehiri),
  • Amonyak (tuvalet temizleyicisi) ,
  • Karbonmonoksit (egzoz gazı),
  • Nikotin
  • dibenzakridin (zehir)

  • Sigaranın vücuda zararları
  • Sigara kullanımı ölümle sonuçlanabilir, ayrıca birçok organ üzerinde ve genel olarak tüm insan vücudunda sistemli zararlara yol açar.

  • Diş ve dişeti hastalıkları
  • Kulak-burun-boğaz rahatsızlıkları, bu bölgelerde kanser riskinde artış
  • Kalp ve damar hastalıkları, yüksek kan basıncı, damar tıkanıklıkları
  • Beyin hücrelerinde tahribat
  • Katarakt riski
  • Solunum rahatsızlıkları
  • Mide rahatsızlıkları
  • Hamilelerde erken ve yetersiz gelişmiş doğum
  • Cinsel rahatsızlıklar, iktidarsızlık
  • İnsanlarda sakatlık
  • Kalp kanseri
  • Cildi tahriş ederek hastalıklara sebep olur

DESEM Kİ

Desem ki vakitlerden bir Nisan akşamıdır,
Rüzgârların en ferahlatıcısı senden esiyor,
Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini,
Ormanların en kuytusunu sende gezmekteyim,
Senden kopardım çiçeklerin en solmazını,
Toprakların en bereketlisini sende sürdüm,
Sende tattım yemişlerin cümlesini.

Desem ki sen benim için,
Hava kadar lazım,
Ekmek kadar mübarek,
Su gibi aziz bir şeysin;
Nimettensin, nimettensin!
Desem ki...
İnan bana sevgilim inan,
Evimde şenliksin, bahçemde bahar;
Ve soframda en eski şarap.
Ben sende yaşıyorum,
Sen bende hüküm sürmektesin.
Bırak ben söyleyeyim güzelliğini,
Rüzgârlarla, nehirlerle, kuşlarla beraber.
Günlerden sonra bir gün,
Şayet sesimi farkedemezsen,
Rüzgârların, nehirlerin, kuşların sesinden,
Bil ki ölmüşüm.
Fakat yine üzülme, müsterih ol;
Kabirde böceklere ezberletirim güzelliğini,
Ve neden sonra
Tekrar duyduğun gün sesimi gökkubbede,
Hatırla ki mahşer günüdür
Ortalığa düşmüşüm seni arıyorum.


Cahit Sıtkı TARANCI

YAŞ OTUZ BEŞ ŞİİRİ

Yaş otuz beş! yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.

Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?

Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.

Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız,
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.

Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.

Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?

Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.
CAHİT SITKI TARANCI

SİZ BENİ HALA ANLAMADINIZ

Siz beni halâ anlayamadınız .
Ve anlamayacaksınız çağlarca da...
Hep tutturmuş "Yıl 1919, Mayıs''ın 19''u" diyorsunuz.
Ve eskimiş sözlerle beni övüyor, övüyorsunuz .
Mustafa Kemâl''i anlamak bu değil,
Mustafa Kemâl ülküsü, sadece söz değil.

Bırakın o altın yaprağı artık,
bırakın rahat etsin anılarda şehitler.
Siz bana, neler yaptınız ondan haber verin.
Hakkından gelebildiniz mi yokluğun, sefaletin ?
Mustafa Kemâl''i anlamak yerinde saymak değil.
Mustafa Kemâl''in ülküsü, sadece söz değil.

Bana, muştular getirin bir daha,
uygar uluslara eşit yeni buluşlardan..
Kuru söz değil, iş istiyorum sizden anladınız mı ?
Uzaya Türk adını Atatürk kapsülüyle yazdınız mı ?
Mustafa Kemâl''i anlamak avunmak değil,
Mustafa Kemâl ülküsü, sadece söz değil.

Halâ, o, acıklı ağıtlar dudaklarınızda,
halâ oturmuş, 10 Kasımlarda bana ağlıyorsunuz .
Uyanın artık diyorum, uyanın, uyanın !
Uluslar, fethine çıkıyor, uzak dünyaların..
Mustafa Kemâl''i anlamak gözboyamak değil,
Mustafa Kemâl ülküsü, sadece söz değil..

Beni seviyorsanız eğer ve anlıyorsanız ;
laboratuvarlarda sabahlayın, kahvelerde değil.
Bilim ağartsın saçlarınızı.. Kitaplar..
Ancak, böyle aydınlanır o sonsuz karanlıklar...
Mustafa Kemâl''i anlamak ağlamak değil,
Mustafa Kemâl ülküsü, sadece söz değil.

Demokrasiyi getirmiştim size, özgürlüğü..
Görüyorum ki, halâ aynı yerdesiniz, hiç ilerlememiş,
birbirinize düşmüşsünüz, halka eğilmek dururken.
Hani köylerde ışık, hani bolluk, hani kaygısız gülen ?
Mustafa Kemâl''i anlamak itişmek değil,
Mustafa Kemâl ülküsü, sadece söz değil.

Arayı kapatmanızı istiyorum uygar uluslarla.
Bilime, sanata varılmaz rezil dalkavuklarla.
Bu vatan, bu canım vatan, sizden çalışmak ister,
paydos övünmeye, paydos avunmaya, yeter, yeter !
Mustafa Kemâl''i anlamak aldatmak değil,
Mustafa Kemâl ülküsü, sadece söz değil...

Cahit Sıtkı Tarancı (1910 - 1956)

1 Ocak 1910'da Diyarbakır'da doğdu. Mülkiye Mektebi'nde başladığı yüksek öğrenimini, Paris'te Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde tamamlamak istediyse de, İkinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesi üzerine, yurda dönmek zorunda kaldı. Çevirmen olarak çalıştı. Ağır bir hastalığa yakalandı. Tedavisi için gönderildiği Viyana'da öldü. Ankara'da toprağa verildi.

22 Haziran 2008 Pazar

GÖKKUŞAĞININ HİKAYESİ


Dünyanın Bütün Renkleri Bir Araya Toplanmışlar ve Hangi Rengin En Önemli En Özel Olduğunu Tartışmaya Başlamışlar:

Yeşil söze başlamış: Elbette ben en önemli rengim. Ben yaşamın ve umudun rengiyim! Çimenler, yapraklar, ağaçlar için seçilmişim. Yeryüzüne şöyle bir bakın, her taraf benim rengimle kaplı...


Mavi oradan atılmış: Sen sadece yeryüzünün rengisin, ya ben? Ben hem denizin hem gökyüzünün rengiyim. Gökyüzündeki mavi insanlara huzur verir ve huzur olmadan da siz hiçbir şey yapamazsınız!


Sarı söze karışmış: Siz dalga mı geçtiğinizi sanıyorsunuz? Ben güneşin rengiyim, bu dünyaya sıcaklık verenim. Ben olmasan hepiniz soğuktan donardınız!...


Turuncu onun sözünü kesmiş: Ya ben?? Ben direncin ve sağlığın rengiyim. İnsanın yaşaması için gerekli vitaminler benim rengimde bulunur. Portakalı, havucu düşünün. Pek ortalarda görünmeyebilirim ama güneş doğarken ve batarken gökyüzüne o güzelim rengi veren benim unutmayın!..


Kırmızı dayanamayıp söze almış: Ben hepinizden üstünüm!! Ben kan rengindeyim!! Kan olmadan yaşam olur mu? Hem ben cesaret ve tehlikenin rengiyim!! Savaş ve ateş rengindeyim!! Aşk ve tutku benimledir!!! Bensiz bu dünya bomboş kalırdı!..


Mor ayağa kalkmış: Hepinizden üstün olan benim! Ben gücün ve asaletin rengiyim. Bütün liderler ve krallar beni seçmişler. Otorite ve bilgeliğin rengi benim. İnsanlar beni sorgulamaz. Onun yerine dinler ve itaat ederler.


Ve bütün renkler bir ağızdan konuşmaya devam edip kavgaya tutuşmuşlar. Her biri diğerini itip kakıyor ve; En üstün benim... diyormuş.


Derken bir anda şimşekler çakmaya başlamış ve yağmur damlaları gökten inmeye başlamış... Bütün renkler neye uğradıklarını şaşırıp korkuyla birbirlerine sarılmış. Ve YAĞMUR un sesi duyulmuş...


Sizi aptal renkler... Bu kavganızın anlamı ne? Bu üstünlük kavganız neden? Siz bilmiyor musunuz ki her biriniz farklı bir görev için yaratıldınız, birbirinizden farklısınız ve her biriniz çok özelsiniz... Haydi, şimdi el ele tutuşup bana gelin!.. Renkler bu sözlerden çok utanmışlar. El ele tutuşup gökyüzüne doğru havalanmışlar ve bir yay şeklinde oraya yerleşmişler. Yağmur; Bundan sonra her yağmur yağdığında siz birleşip bir renk cümbüşü olarak gökyüzünden yeryüzüne doğru uzanacaksınız. İnsanlar sizi gördükçe huzur duyacaki güç bulacaklar. İnsanlara yarınlar için bir umut olacaksınız... Gökyüzünü bir kuşak gibi saracaksınız ve size GÖKKUŞAĞI diyecekler. Anlaştık mı? Bu yüzden ne zaman dünyamızı yağmur yıkasa ardından gökkuşağı belirir. Biz de gökkuşağındaki o renkler gibi birbirimizden farklı ve hepimiz çok özeliz. Bunun farkında olmalı ve uyum içinde yaşamalıyız...

THOMAS HOBBES

1588 yılında İngiltere'de Malmesbury'de bir köy papazının oğlu olarak dünyaya gelen Hobbes, Oxford üniversitesinde okudu. Burada skolastik felsefeyi öğrendi. Öğrenimini ilerletmek için yeterli parası olmadığından oğluna ders vermek konağını yönetmek üzere bir baronun yanına girdi. Sonra öğrencisi ile yolculuğa çıkıp, üç yıl Fransa ve İtalya'da dolaştı. Buralarda Hobbes yeni düşüncelerin temsilcileriyle tanıştı. İngiltere'ye döndüğünde Francis Bacon ile tanışıp bir zaman onun sekreterliğini yaptı ve çok etkisinde kaldı. Bacon'ın öğretisi, Hobbes'un sistemini oluşturan başlaca kaynaklardan biri olacaktır. Bundan sonra her birinde uzun zaman kalmak üzere üç defa daha Paris'e gidecek hayatının hemen hemen 20 yılını o sıralar avrupa'nın düşünce merkezi gibi olan bu şehirde geçirecektir. Paris'te Hobbes matematiğin değerini öğrenmiş antikçağ atomizmini yeniden dirilten Gassendi ile tanışmasının doğa anlayışına biçim kazandırmada kesin rolü olmuştur. Paris'te birde Descartes'ın yakın arkadaşı Mersenne ile tanışması, ona Descartes'ın düşünceleri ile karşılaşmayı sağladı. Descartes'ın kendisini tanıyıp tanımadığı bilinmiyor. Öldüğü yıl olan 1679 yılına kadar Hobbes kısmen İngiltere'de kısmen de Paris'te yaşadı. İngiltere o aralar sarsıntılı devrimler geçirmektedir. bilimsel çalışmalar için gerekli huzuru ve verimli çerçeveyi bundan dolayı Hobbes ancak Paris'te bulabilmiştir.

ANNE



"Bebeğimi görebilir miyim" dedi yeni anne


Kucağına yumuşak bir bohça verildi ve mutlu anne, bebeğinin minik yüzünü görmek için kundağı açtı ve şaşkınlıktan adeta nutku tutuldu! Anne ve bebeğini seyreden doktor hızla arkasını dondu ve camdan bakmaya başladı. Bebeğin kulakları yoktu...

Muayenelerde, bebeğin duyma yetisinin etkilenmediği, sadece görünüşü bozan bir kulak yoksunluğu olduğu anlaşıldı.

Aradan yıllar geçti, çocuk büyüdü ve okula başladı. Bir gün okul dönüşü eve koşarak geldi ve kendisini annesinin kollarına attı.

Hıçkırıyordu... Bu onun yaşadığı ilk büyük hayal kırıklığıydı; ağlayarak

- "Büyük bir çocuk bana ucube dedi..."

Küçük çocuk bu kadersizliğiyle büyüdü. Arkadaşları tarafından seviliyordu ve oldukça da başarılı bir öğrenciydi. Sınıf başkanı bile olabilirdi; eğer insanların arasına karışmış olsaydı. Annesi, her zaman ona

- "Genç insanların arasına karşımalısın"

diyordu, ancak aynı zamanda yüreğinde derin bir acıma ve şefkat hissediyordu.

Delikanlının babası, aile doktoru ile oğlunun sorunu ile ilgili görüştü;

- "Hiçbir şey yapılamaz mı?" diye sordu.

Doktor;

- "Eğer bir çift kulak bulunabilirse, organ nakli yapılabilir" dedi.

Böylece genç bir adam için kulaklarını feda edecek birisi aranmaya başlandı. İki yıl geçti bir gün babası

- "Hastaneye gidiyorsun oğlum, annen ve ben, sana kulaklarını verecek birini bulduk ancak unutma bu bir sır" dedi.

Operasyon çok başarılı geçti ve adeta yeni bir insan yaratıldı. Yeni görünümüyle psikolojisi de düzelen genç, okulda ve sosyal hayatında büyük başarılar elde etti. Daha sonra evlendi ve diplomat oldu. Yıllar geçti, bir gün babasına gidip sordu:

- "Bilmek zorundayım, bana bu kadar iyilik yapan kişi kim? Ben o insan için hiçbir şey yapamadım..."

- "Bir şey yapabileceğini sanmıyorum" dedi babası.

- "Fakat anlaşma kesin, şu anda öğrenemezsin, henüz değil..."

Bu derin sır yıllar boyunca gizlendi. Ancak bir gün açığa çıkma zamanı geldi... Hayatının en karanlık günlerinden birinde, annesinin cenazesi başında babasıyla birlikte bekliyordu. Babası yavaşça annesinin başına elini uzattı; kızıl kahverengi saçlarını eliyle geriye doğru itti; annesinin kulakları yoktu.

- "Annen hiçbir zaman saçını kestirmek zorunda kalmadığı için çok mutlu oldu" diye fısıldadı babası.

- "..ve hiç kimse, annenin daha az güzel olduğunu düşünmedi değil mi?"


Gerçek güzellik fiziksel görünüşe bağlı değildir, ancak kalptedir!

SBS DEN SONRA HAYAT...

Merhaba arkadaşlar sbsden sonra çok güzel bir hayat bizleri bekliyo önümüzde olan bu tatili çok iyi değerlendirmeliyiz.EEEee nede olsa tatili hak ettik sbs ye girebilmek için çok çalıştık bende vaktim oldukça siteme girmeye çalışacam hepinize HOŞGELDİNİZ diyorumm...